”Interstellar” Yıldızlararası Film Eleştirisi

Yıldızlararası olarak kasım 2014 yılında vizyona giren Interstellar hiç şüphesiz son yılın en çok beklenen filmiydi.Yapım üzerine yapılan seyirci yorumları ya şahane ya da hayal kırıklığı olarak nitelendiriliyordu.Bir bilim kurgu sever olarak filmi sinemada gösterime girdikten epey bir sonra dvd’de izleme fırsatı yakaladım. Gerçekten bıraktığı etki çok farklıydı. Bugüne kadar izlediğim hiçbir yapımı birkaç defa üst üste izlediğimi hatırlamıyorum. En son beşinci defa arkadaşımla izledikten sonra tepkisi’’ 10 üzerinden 7,5 ama kesinlikle çok farklı bir şey, sanırım bir daha izleyeceğim, film bende kalabilir mi ?’’ idi. Memento, Batman üçlemesi, gibi yapımlarla artık varlığını iyiden iyiğe sağlamlaştıran usta yönetmen Christopher Nolan’ın bu yapımıyla sanırım kariyerinin altın bir baş yapıtına imza attığını söyleyebiliriz.
Filmin konusu daha vizyona girmeden önce, fragmanlardan da anlaşılacağı üzere yeni dünya arayışıyla; uzayın bilinmeyen derinliklerine bizi de sürükleyen birkaç insanın, insanlık adına uzaklara, yıldızların ötesine doğru adım atmasını anlatıyor. Başlangıçta klasik post- apokaliptik bir dünya, dini mitlerle metaforlar, hiçbir zaman bitmek bilmeyen ve bu tipteki yapımların en büyük yakıtlarından bir tanesi olan yabancı varlıklarla dolu biraz da fantastik bir yapım beklentisi ister istemez beliriyor.Fakat yapım kesinlikle bildiğimiz bilim- kurgu yapımlarından çok daha farklı fantastik hiçbir öge barındırmayan tabiri caizse sert bir bilim filmi kurgudan ziyade;hatta bir tür sinema konseptinde belgesel bile diyebiliriz.Bu şekilde bir nitelendirmeye beni sevk eden çok fazla etken söz konusu.

Yavaş yavaş öykümüze doğru yolculuğa çıkalım.
Başrolde aslında eskiden de bu tarz bir yapımda rol oynayan Matthew Mcconaughey’ı Cooper olarak görüyoruz. Kendisi 1997 yapımı Robert Zemeckis yönetmenliğinde, Carl Sagan’ın eserinden uyarlanan Contact adlı yapımda görmüştük.Sanki bu film o filmdeki adamın bir devamı gibi.Kahramanımız Cooper eskiden Hava Kuvvetleri’nde aktif pilot olarak çalışmış ve aynı zamanda bir mühendis olan bir adamın yakın gelecekteki hayatını görüyoruz.
Artık ülkeler, silahlanma ve teknolojik üretimler konusunda herşeyi durduran pasif bir dünya birliği. Ekolojik kaynaklı ve tam olarak bilinmeyen bir nedenle temel tarım üretimleri yavaş yavaş durma noktasına geldiğinden dünya üzerindeki eko-sistem bozulmak üzere ve dünya uzaylılar öngörülen volkanik patlama veya göktaşlarıyla değil insanlığın açgözlülüğüne rest çeken yer kürenin mahsul vermemeye başlaması dolayısıyla bir tehdit altında ve bu şekilde giderse dünya yaşanılmayacak bir yer haline gelecek. Cooper da insanlığı kurtaracak olan adam konumuna yerleşiyor garip tesadüflerle de olsa. Artık çiftçliğin hüküm sürdüğü ve kendisi de bir çifti olarak yeni dünya düzenine uyum sağlamaya çalışan Cooper’a kızı Murphy, oğlu Tom ve ölen eşinin babası olan Donald eşlik ediyor. Sıradan ve mütevazi hayatları zaman zaman kızının yatak odasındaki kitaplığındaki hayaletle anormelleştiğini fark eden Cooper bir gün bu odayı incelemeye ve ordan veriler toplamaya başlıyor.Topladığı veriler onu uzak bir arazide bir koordinata yönlendiriyor.

Başlangıçta, gizem dolu yakın gelecekte bozguna uğramış bir dünya tasviri var ve görsel açıdan gerçekten büyüleyici bir pencereden bakmamızı sağlayan masalsı dokunuşlarda Nolan’ın etkisi fazlasıyla hissediliyor. Fakat abartılı değil son derece yerinde renk kullanımları söz konusu. Evin üst katındaki kitaplık aslında filmin gizli başrol oyuncusu. Murphy’in deyimiyle bir hayaletin verdiği koordinatlar Cooper ve kızını, uzun süredir gizli çalışmaların yürütüldüğü ve artık insanların tamamen devre dışı kaldığını sandığı NASA’nın gizli bir üssüne sürüklerken, yavaş yavaş nasıl bir gerçekle karşı karşıya olduklarını anlamaya başlıyorlar ve yakında gerçekleşecek olan uzay yolculuğu için Cooper bir kurtarıcı olarak Michael Caine’nin oynadığı Profesör Brand ve onun ekibince biraz kaderci biraz da umutsuzca seçiliyor. Brand aslında başından beri A planının işlemeyeceğini kabullenmiş bir durumda sperm bombasını yollayıp kolonileşme iknası için Cooper’a alternatif olarak insanları uzay istasyonu vasıtasıyla insanlığı kurtarma umudunu sunuyor.

İşte film tüm yoğunluğuyla ve dokusuyla burda başlıyor. Olaylar geliştikçe dramatikleşen, aile bağı çocuk sevgisi, uzaklara gitme isteği ve bir taraftan da sorumlu tutulduğu insanlık arasında karmaşalara sürüklenen Cooper’ın belirsizlikler silsilesi içersindeki eylemlerine tanık oluyoruz. Interstellar bu yönüyle tamamiyle duygusal bir hale bürünüyor.Gidilen gezegenler, uzay şartlarının zorluğu, ziyaret edilen yerlerden ziyade zamanın göreceliliği, yolculuk uzadıkça umutların tükenmesi bir babanın gözyaşlarıyla kızının büyüdüğünü görmesi büyükbabalarının ölmesi, oğlunun büyümesi ve bir yandan bitmek bilmeyen en uygun gezegen arayışı içersinde duygusal kararlarla yapılması gereken arasında kalan ekip üyelerinin dağılması aralarına zamanın yer çekiminin ve bilinmeyen karadeliğinin etkisinin girmesi, uzay yolculuğunun hiç de eğlenceli değil, aksine dramatik ve bedel ödeten yüzünü bizlere fazlasıyla gösterirken; Hans Zimmer’ın olağanüstü derecede başarılı bir şekilde filmin kaotik yapısı ve gerçekçi döngüsüne uyum sağlayan müzikleriyle sizi durup düşünmeye yaşadığımız şu küçük dünyada ne kadar saçma şeyler uğruna birbirimizi yiyip bitirdiğimizi anlamamızı sağlıyor ve bu açıdan bir sosyal sorumluluk bilinci görevi üstleniyor eğlendirmek ve vakit geçirtmekten ziyade.
Kendimizi tam manasıyla bir uzay vakasının içinde buluyoruz macera dolu bir keşiften ziyade. Matthew Mcconaughey, gerçekten oyunculuğuyla en ruhsuz insanı bile ağlatabilecek derecede başarılı, tiyatro sahnesindeki bir tiyatrocu vuruculuğunda, ekrandan değil burnumuzun dibinden herşeyi yüzümüze vuran, insanı dağıtan bir performans sergiliyor, öyle ki, filmdeki diğer ana karakter ve oyunculara bu açıdan pek fazla değinmenin bir gereği olmadığını düşünüyorum.Zira Cooperla baba olmanın hissini, çaresizliğini, ağlayışlarını bizzat biz yaşıyoruz bütün bu olanlara şahit olurken.

Müzikler, Matthew Mcconaughey’ın oyunculuğu dışında yapımın yönetmenlik anlamında en vurucu kısmıysa karadelik deneyimi oluyor. Eğer inançlı birisiyseniz ve kuantum fiziği uzay-zaman bükülmesi kavramlarına, ışık hızının yarattığı etkilere çok aşina değilseniz algılamanız zor olacaktır.Fakat ilk defa bir sinema yapıtında kara delik içersindeki deneyimin izafi de olsa yansıtılması uzay, zaman mekan boyut kavramlarını ters-yüz olması beşinci boyut içersinde bir babanın onca karmaşık durumdayken aslında kızını düşünmesi insanı gerçekten sorgulatıyor ve filmi tekrar tekrar izlenilebilir kılıyor. Belki şuan için çok saçma, absürt gelebilecek bu saheneler ilerleyen yıllarda astronomi ve kozmoloji ışığındaki biz aciz insanlar yol aldıkça yönetmenin nasıl bir öngörü, yenilikçilik içersinde bir şaheser ortaya koyduğunu anlamımıza neden olacaktır diye düşünüyorum. Yönetmen Nolan filmin gerçekçi olması adına olabildiğince az yeşil ekran kullanmış.Uzay mekiğinide ve uzay gemisindeki sahnelerin çoğu uzun uğraşlar sonucu üretilen dekorlar içersinde geçiyor ve bu etki de filme olabildiğince yansımış vaziyette. Dialoglar da son derece zekice hazırlanmış ince ayrıntılarla, insan doğasının anlaşılmaz halleri ve hayatı yorumlama ve onu kavrayabilme biçimini barındırıyor.
Yapımın kendi açımdan en takdir edebileceğim özelliğiyse tanrı vurgusundan, mitleştirmeden kutsal kavramlardan olabildiğince kaçınmış olması.Sonlara doğru insanı yine insanın kendi çabası bir yerlere getiriyor.Kaderimizi tayin ederken bulduğumuz güç yine kendi içimizden doğan bilgiyi işleme kabiliyetimizde saklı ve sonunda bu ifade görsel işitsel anlamda bir inci tanesi olarak karşımıza çıkıyor.

Gelelim Yıldızlarası’nın olumsuz yanlarına.Film yaklaşık 3 saat sürmesine rağmen aslında bunca olayın, duygunun ve serüvenin aktarılması ve bunun senaryo derinliği olarak yansıtılabilmesi açısından yetersiz.Tabiki ticari kaygılar ve bütçe, film için ayrılan zaman dolayısıyla 5 saat sürmesi beklenemez ama en azından yarım saatlik bir ek dilimi gözler ve zihnimizi bu doyumsuz şeyi izlerken arıyor. Bir başka şeyse Amerikan öncülüğünde dünyanın kurtulması vurgusu.İnilen gezegenlerde Amerikan Bayrağı, astronot kıyafetlerinde Amerikan logosu ve sanki koca dünyada başka millet kalmamış gibi illede Amerikan imzasının yani NASA’nın önderliğinde olması biraz olsun insanı üzen şeyler.
Bunun dışında çok da değinme gereği düşünmediğim bir takım ufak tefek şeyler var ki onca kusur kadı kızında da olur. Umarım filmin devamı gelir ve bu başyapıt gelecekte çocuklarımıza bırakabileceğimiz bir dünya kalırsa eğer, bir kültür mirası olarak bir sinema filminden ziyade adeta arkeolojik bir bulgu olarak izletilir.Yıldızarası bu yolculuk aslında insana dair, yaşamaya, yaşamın ne kadar değerli olduğuna ve sevgiye dair bir başyapıt izlemeden sakın ölmeyin!